AE2014 birincisi "O.D.O.R." Yazan: Erinç Durlanık

Erinç Durlanık - ODORİşte AE2014 Bilimkurgu Kısa Öykü şampiyonumuz O.D.O.R. Sevgili yazarımız, Erinç Durlanık'ın kaleminden çıktı. İyi ki varsın Erinç, öykünü okumaktan büyük keyif aldık. Belki bir gün bu öykünün çizgi romanı hatta filmi bile yapılır ne dersin? Rektörlüğün nazarında "Kurma Kız"ın her satırını hak ediyorsun. Tebrikler.

 

O.D.O.R.


Bundan yirmi yıl önce gelecekte uçan arabalar ve lazer silahları olacağına inanıyordum.

Forbes 500 listesinde dünyanın en zengin üçüncü kişisiydim ve birinciliğe çok yakındım. Ancak şu anda ofisimde elimdeki gaz kapsülünün son kullanma tarihine bakıyor ve beni  işgal edilmek üzere olan bu binadan kurtaracak helikopterin nerede kaldığını düşünerek endişeleniyordum.

Birkaç yıl önce şu anda adını bile hatırlamadığım dandik bir üniversite tarafından “Yılın Girişimcisi” ödülüne layık görülmüştüm. Sahneye çıkıp yaptığım konuşmayı hatırlıyorum. Eğer hedefiniz o güzel kadınla yatmaksa bunu düşünmeyi bırakmalısınız. O güzel kadınla yatmayı düşünmeniz sizi hedefinizden uzaklaştıracaktır. Oldu da, evren size bir kıyak yaptı diyelim ve o güzel kadınla yatma şansı buldunuz, memnun olmayacaksınız. Hedefinizin eğer nasıl hissettirebileceğini düşünüyor veya hayalini kurabiliyorsanız başarısız olmaya mahkumsunuz. Hedefiniz çok para kazanmak olamaz. Hedefiniz şöhret olmaz. Hedefiniz çok daha yukarlarda bir yerde olmalıdır. Ona ulaşınca nasıl hissedeceğinizi asla anlamayacağınız kadar yüksekte bir hedef olmalıdır. Hemen bundan sonra ön sırada oturan, beyaz polo yaka penye giyen çocuk ayağa kalkıp alkışlamaya başlamıştı. Tüm salon beni alkışlamış ve ben de onları selamlayıp sahneyi terk etmiştim. Oysa o gerizekalılar son cümlemi dinlememişlerdi bile. Başarısız olmaya mahkumdular.

Dün gibi hatırlıyorum. Bundan on beş yıl kadar önce “mühendis bey” diye anıldığım boktan işimden ayrılmaya karar verdim. Hayır, öyle kolay olmamıştı. O kararı verene kadar istisnasız her gün, işimi ne zaman ve ne şekilde bırakacağımı, nasıl risk alabileceğimi, başarısız olursam kiramı nasıl ödeyeceğimi düşündüm. Her lanet gün, o şehrin dışındaki fabrika dumanları altındaki şirketimde, en azından bir işim var, okulunu okuduğum mesleği yapıyorum diye şükrediyordum. Biz mühendisler gizli bir öğretinin, bir tarikatın neferleri gibi yetiştiriliyorduk. Yasalar ezberliyor ve dünyayı olduğundan çok daha farklı görüyorduk. O kepler havaya atıldığı zaman yeminimizi tamamlıyor ve insanlıktan uzaklaşmış ve insanlığın yararına çalışmaya yeminli bir kul olmaya adım atıyorduk. O yüzden bizi şehirden uzaktaki yerlere sürüyorlardı.Üretmek ve insanlığa hizmet etmek zorundaydık. Sorgulamaya lüzum yoktu. Enerji, elektrik, ulaşım, ısınma, sağlık, barınma ve başka birçok hayati değer,olmasak olmayacaktı.

Güneşli bir Mayıs gününde sigara içmeye indiğimde, köşede tek başına sigara içen güzel bir hatun gördüm. Müşteri ile görüşmeye veya bireysel emeklilik satmaya gelmiş olmalıydı. Buraya ait olmadığını anlamak için alim olmaya gerek yoktu. Çapkın bir düşünceyle cebimdeki çakmağın cebimde kalmasına karar verdim. Kızın yanına gidip ondan ateş istedim. Güzel bir gülümsemesi vardı, çakmağı bana uzatırken elleri ellerime değdi. Hoşuma gitmişti, çakmağı ateşlemek üzereyken, hayatımı tamamiyle değişten şey oldu. Ters bir rüzgar esmiş olmalıydı. Kızın sürdüğü parfümün kokusu bir anda burnumun derinliklerinden girip beynimin içinde bir yerlere oturmuştu. Çocukluğuma doğru yolculuğa çıkmıştım fakat bu bir anı gibi değildi, gözlerimi kapattığımda o kısa şortlu velettim. Eski evimizde annemin şifonyeri üzerindeki mor şişeli parfümle oynadığımı görmüştüm. Her ayrıntısıyla hatırlıyordum olanları. Eksiksiz. Sadece hatırlamıyor üzerine bunu yaşıyordum. Tasasız, umutlu ve sonsuza kadar yaşayacağını düşünen biri olmuştum. Ne kadar süre gözlerimi kapadığımı ve o anı eksiksizce yaşadığım hatırlamıyorum ama kız beni uyarmış ve çakmağını geri istemişti. Onun ucuz parfümüne her zaman minnettar olmuştum. O koku sayesinde işten ayrılmaya karar verdim. Ofise  geri dönüp, masanın üzerine çıkmış ve pantolonumu indirip çükümü sallamıştım. Hiyerarşik sırayı bozmadan, şefinden başlayıp, genel müdüründen çıkıp, CFO’suna kadar saydırmıştım. Bir saat içinde beni atmışlardı. Hem de temiz, şirketimin kurumsallığına yakışır bir şekilde...

Haftalarca sadece düşündüm. O kokuyu ve onun ne anlama geldiğini. Şüphesiz bir anlama geliyordu. Bu kadar eskilerden beni çağırdığına göre benim de o davete karşılık vermem gerekiyordu.O koku benim için bilmediğim bir dilde inmiş bir ayet gibiydi. O dili öğrenmeliydim.

Çamaşırların asılı olduğu, darmadağın küçük odamı atölye haline getirdim. Çeşit çeşit kokuları yığdım odama. Daha iyi koku alabilmek için sigarayı bıraktım. Parfümler, çiçekler, organik ve inorganik aklıma ne gelirse edinip anlamaya çalıştım. Kokudan kaçmanın yolu yoktu. Burnunu kapatmaya çalışsan da gelirdi koku. Her yerin ve zamanın kendine özgü bir kokusu vardır. İnsanlar mekanları, olayları kokularına göre hatırlarlar. İlk öpüştüğün zaman, ilk seviştiğin gün, ilk açık yaran, ilk tatilin, ilk içtiğin bira, ilk hayal kırıklığın, ilk öfken, ilk intiharı hayal edişin, ilk başarı hissiyatın hepsi bir kokuyla ilişkilendirilmiştir. O kokuyu alınca, hemen o hissiyata veya anıya kavuşursun. Tek yapmak istediğim bu anıyı olduğundan daha uzun süre yaşamaktı. Mühendislikten değerli dostum Rıfkı’ya bunları anlattığımda önce benim delirmiş olabileceğimi düşündü. Kendisi bir bilim adamıydı, bu anlamda bir dahi olabilirdi. Ancak düşük sosyal becerileri ve kendini ifade etmedeki kabiliyetsizliği yüzünden Tübitak'ta memurluğa eş değer bir iş yaparak hayatını geçindiriyordu. Rıfkı benim kadar inanmıyor olsa da beraber çalışmayı kabul etmişti. Bu çalışma ile dünyayı değiştirebileceğime inanıyordum, vizyonsuz Rıfkı ise bir makale çıkarabileceğini düşünüyordu. Kimsenin asla okumayacağı ancak bir tez öğrencisinin birkaç satırını kopyalayıp kullanacağı bir makale. Ben denek olacaktım. O beynime elektrotları bağlayacak, beyin dalgalarımı ölçecek ve kokunun etkilediği alanı bulup davranışını inceleyecektik.

Fikirler nanosaniyelerle ölçülebilecek kadar kısa bir aralıkta doğarlar ama büyümeleri ciddi zaman alır. Testler sırasında vazgeçmek istediğim, hiçbir yere varmayacağını inandığım ve sinirlendiğim anlar oldu. Rıfkı ile çalışmaya başlayalı epey bir zaman geçmişti. Doğru kokuyu bir türlü bulamıyorduk, kimi kokular beni bir yerlere götürüyordu; ama o kadar etkileyici değildi. Sıkıntının diğer duyu organlarımla alakalı olduğunu anlamıştım. Uyuşturucu kullanmaya başladım. Diğer duyu organlarımı körelten burnumu K9 köpeği gibi aktif hale getiren uyuşturucular. Burnumun stimulus bölgesindeki reseptörler çalışabilecekleri maksimum seviyede çalışıyordu ancak psikolojik fazı kontrol edemiyorduk. Yani beklediğimiz şey kokunun beynin aynı bölgesini ateşlemesi ve oradan yola çıkarak sadece bu bölgeyi uyararak aradığımız sanal gerçekliğe geçiş sağlamaktı. Hiçbir zaman aynı bölge uyarılmıyor, kimi zaman frontal lobu tetikleyen koku, kimi zaman temporal lobu kaşındıyordu. Dediğim gibi bir çok sefer vazgeçmek istedim, umutsuzluğa kapıldım. Sadece bir koku bizi heyecanlandırmıştı. Muskon maddesi olan organik bir bileşim. Bu madde de diğerleri gibi farklı bölgeleri etkiliyor ve her seferinde farklı bir karakteristik oluşuruyordu. Ancak beyinde oluşan elektrik dalgalarının genliği alınan koku miktarına göre her zaman koreleydi. Muskon bizim referans maddemiz olmuştu. Yani binlerce çeşit koku arasından beynin tepkilerini ölçerken muskon maddesinde oluşan dalgayı yakalamaya çalışıyorduk. Rıfkı makalesi için yeterli çalışmayı çoktan yapmış ve yayınlamıştı. İşsiz bir adam olmama rağmen Rıfkının makalesinde adım yazıyordu. Benim arzuladığım bu değildi; ama Rıfkı çoktan vazgeçmiş ve artık peşini bırakmam gerektiğini söylemişti. İstersem bana Tübitak'ta iş ayarlayabilirmiş, ona kibarca siktirip gitmesini söyledim. İşsizdim parasızdım, tüm birikimlerimi tüketmiş ve elimde avcumda işe yarayacak hiçbir şey kalmamıştı. Yine de en başa dönmeyecektim.

Tüm bunlar, bir gün telefonumun çalmasıyla değişti. Çalışmamızı duyan ama Rıfkı ile değil sadece benimle çalışmak isteyen bir iş adamı. Ne iş yaptığını sordum, giyim sektöründe çalıştığını söyledi. Tayyar isimli bu adam tüketimi ve satışı arttırmak için yıllardır dükkanlarında kokular deniyordu. Gözle görülür artışı sadece muskon ile elde etmiş. Bunun üzerinde çalışmam için bana kaynak ayırmayı teklif ediyordu. Tek şart ile kabul ettim; onun projesinin yanında kendi projem ile ilgili de çalışacaktım ve buna asla karışmayacaktı. El sıkıştık. Tayyar’la karşılıklı çıkarlarımızın birbiri ile kesişmediği zamana değin çalıştık. Erkek Ceylanların seks sırasında dişisini etkilemek için muskon yaydığını keşfettiğimizde çoktan bir Ceylan çifliği kurmuştuk. Muskonu kimi bileşenlerle birleştirdiğimiz zaman Tayyar’ın hayalini kurduğu verimliliğe ulaşmıştık. Bağımlılık yapan kıyafetler. Tayyar sadece dükkanlarında oda kokusu niyetine kullanmıyor artık giysilerin belirli bir süre bu kokuyu yayabilmesini sağlıyordu. Araştırdığımız deneklerin büyük kısmı Tayyar’ın markasını kullanınca kendilerini bireysel olarak tatmin olmuş, güçlü insanlar olarak tanımlıyorlardı. Tabii esans sadece 6 ay kadar dayanabiliyordu. Bu da Tayyar’ın vitrinini değiştirdiği süreye denk geliyordu. Bu bileşenin en önemli özelliği elbisedeki neredeyse farkedilmeyecek esansa sahip kokunun çevrelerindeki insanları da etkiliyor olmasıydı. Hem kendi müşterisini kaybetmiyor, hem de kıyafetlerden yayılan koku başka müşterileri de çekiyordu. Giyim sektörünü kullanarak uyuşturucu satıyorduk.

Paralelde kendi çalışmamda da çok önemli bir noktaya ulaşmıştım. İnsanın bir hayali, onu yapacak cesareti bir de bunların yanında balya balya finansal kaynağı olunca işleri kolaylaştırabiliyordu. Kokunun, sanal bir gerçeklik yaratmasından çok daha önemli bir yola girmiştim. Koku ile psikolojik bir rahatsızlığı tedavi etmeyi başarmıştım. Tüm psikologlar gibi deneklerimi çocukluğuna döndürüyor ve onları yaralayan, geri çeken anılarının, sevgisizliklerinin, kendilerine olan güvensizliklerini o kokunun ters fazı ile siliyor ve kendini üstün ve mutlu hissettiği anılarını daha belirgin hale getirmek için o anıların ilişkilendirildiği kokuları değiştiriyordum. Rıfkının sürekli yaptığı gibi,teknik konuşup sizi kaybetmek istemiyorum. Kısaca;

Eğer anılarımızın ortaya çıkış yüzdelerini değiştirebilirsek, kendimizi de değiştirebiliriz. Eğer insan kendinin güçlü olduğu anıları daha çok geri çağırırsa daha cesur biri olur. Bu kadar basitti. Ben de bunu yaptım. Olağan Davranış ve Olağanüstü Rehabilitasyon kısaca O.D.O.R bu şekilde doğmuş oldu. Kısa sürede tahmin edebileceğimden daha hızlı gelişmiş ve yayılmıştı bu güzide tedavi merkezimiz.

Pek çok psikolog’un işine son verildiğinin farkındayım ama sonuçta psikologluğun pek de verimli bir meslek olmadığının hepimiz farkındaydık. Çok laf, az iş. Terapi merkezinin sloganı “eskisinden daha iyi” şeklindeydi. İnsanlara mükemmel bir hayat sunmak gibi bir derdimiz yoktu ama biraz daha iyileştirebilirdik onları. İçlerindeki potansiyeli dışarı çıkarıyorduk yani. Tedavi yöntemini bir sır gibi saklıyorduk. Merkezde çalışan doktorlar bile hastaları nasıl iyileştirdiğimizi anlamıyorlardı. Doktor olmalarına da gerek yoktu zaten. Makineyi eğitimli bir maymun da pekala çalışırabilirdi. Sonra para kazanmaya başladım. Büyük paralar. O.D.O.R. Uluslararası bir şirket haline gelmişti. Sloganımızın 23 ayrı dile çevrildiğini söylersem ne kadar büyüdüğümüzü anlayabilirsiniz diye düşünüyorum. Yine de daha zirveye çıkmadığımı biliyordum. Eğer iyi bir fikriniz ve bunu gerçekleştirecek kadar azminiz varsa fırsatlar size gelir...

Bahreyn o fırsattı. Bu tatlı monarşik ülkenin vatandaşlarının bir kısmını tedavi etmiştik. Baskıcı rejimlerinin onlara hatırlattığı, kendilerini krallarından ve devletlerinden küçük görme hastalığını yenen bir grup insan Krallıkta büyük isyanlar çıkarmıştı. Hızla büyümekte gibi gözüken petrole bağımlı ekonomilerini eleştirmeye başlamışlar ve toplumsal hareketin gücünü görmüşlerdi. Bahreyn bu konu ile ilgili büyük önlemler almış ve sebebin köküne inerek tüm terapi merkezlerimizi kapatmıştı. Bahreyn’in bize uyguladığı ambargo aslında başka bir anlaşmayı doğurmuştu. Çok daha kârlı bir anlaşma. Bu sefer insanları iyileştirip güçlü bireyler yaratmak değil onları devletlerine sorgusuz güvenen ve korkan kullar haline getirmem gerekiyordu. Devletlerle ticaret yapmak hep daha kolaydır. Her zaman daha kârlıdır. Bunu yapabilmek için fazladan efor harcamamıza gerek yoktu. Bu sefer sadece onları bireysel olarak güçlendiren anılarına ilişkin kokuların yerini değiştiriyorduk. Baheyn’den sonra hızla pek çok ülke özellikle askerler, kolluk kuvvetleri, öğretmenler ve bilim adamlarına tedaviler uyguladık. Kendi rızaları dışında böyle bir tedavi uygulamamın etik olmadığının ben de farkındaydım ama şirketler kararlarını etik olup olmamasına göre almazlar.

Uluslararası yaptığım anlaşmalarla şirketimin dokunulmazlığı büyük oranda artmıştı. Tedavi merkezlerini kapatmış onun yerine neredeyse her ülkenin sağlık bakanlığı tarafından uygun görülen bir ilaç firması haline gelmişti O.D.O.R.. Yine de pek çok ülke, vatandaşlarını zorla hastaneye götürüp kafalarına beyin dalgalarını inceleyebilecekleri bir aparat taktıramıyordu. O yüzden dünya çapında büyük bir yalan olan Misk isimli virüsu yarattık. Nato ülkesi devletler ve kendilerini mahrum bırakmak istemeyen pek çok devlet daha bu virusu satın aldı bizden. İnsanlara tedavi adı altında türlü kokulardan oluşan gazlar veriyor ve anılarını yani kişiliklerini değiştiyorduk. İtaatkar, çalışkan ve şükreden insanlar. Gaz odalarından çıkan güzel insanlar.

Virüsun uydurma olduğu ve şirketimin tam olarak insanlar üzerinde ne gibi deneyler yaptığı kolay kolay açığa çıkacak gibi değildi. Yani Rıfkı olmasaydı. Sosyal iletişim becerisi sıfıra yakın olan inek dostum Rıfkı, tedavi merkezlerimizin insanları “eskisinden daha iyi” yaptığı dönemde tedavi olmuştu. Tüm yayın organları elimizin altında olmasına rağmen bir çok bilgi sızdırmış ve insanların büyük kısmını huzursuz etmişti. Rıfkı direnişin lideriydi. İnsanlara otoriter bir yapıya neden ihtiyaçları olmadığını anlatan, bu otoriter yapıların günümüzde fiilen nasıl halkları zombiye çevirdiklerini anlatıyordu. Dünya çapında ayaklanmalar başlamıştı. Büyük şehirlerin hepsi yanıyor, polislerle sokak gerillaları arasındaki savaş bitmek bilmiyordu. Benden bekledikleri, bir gaz kapsülünün içerisine insanları itaatkar yapabilecek kokuyu yerleştirerek tüm bu çileyi bitirmekti. Bütün şehre sinek ilacı gibi sıkacaklardı.

Fakat gaz kapsülünün içine ne koyarsam koyayım, direnişin mücadeleye ve özgürlüğe olan inançlarını silemiyordum.

Yılın girişimcisi olduğum zaman konuşmamın son cümlesini söyleyemeden sahneden inmiştim. Başarılı olmak için önünüze koyabileceğiniz tek hedef dünyayı değiştirmek olmalıdır, diyecektim o gerizekalı özel üniversite öğrencilerine. İyi ya da kötü, sadece dünyayı değiştiren insanlar hatırlanır. Geriye kalanlar ısraftır. Yaşamasanız da hiçbir şey değişmez.

Ofisimde tek başıma çıktığım bu yolculuğu düşünürken Helikopterin o ferahlatıcı sesi duyulmaya başladı. Helikopter çatı katına iniyordu. Direnişçiler gökdelenin kapısını geçmişler, güvenliği devre dışı bırakıp yukarıya doğru çıkıyorlardı. Çatıda helikopterin sürgülü kapısının açılmasını bekliyordum. Yıl İkibinotuzüç’ün Mayıs ayıydı. Bundan yirmi yıl önce gelecekte uçan arabalar ve lazer silahları olacağına inanıyordum. Oysa taramalı tüfekler ve onların ciddi mesajlarını taşıyan kurşunlar hala iyi bir öldürme aracıydı.

Helikopterin kapısı açılınca bana ateş etmişlerdi. Kanın tuhaf bir kokusu vardı ve bana doğduğum günü anımsatmıyordu.

Yorumlar